29 Mayıs 2011 Pazar

Kendimle Karşılaşma

Uzun zamandır susuyorum.En çok kendime sessizliğim.En çok kendime dokunuyor.Yazmak istiyorum içine düştüğüm anlamları,içinden çıkamadığım zamanları,tatsız tuzsuz şu saçma telaşı.En çok şu günlerde yazamamanın ızdırabını duyuyorum.Çünkü biliyorum tarifinin mümkünü yok.
'Buralardan gidesim ,büyüyünce çocuk olup kalasım var.'
Tam da şimdi hala soğumamışken içim.Terk-i diyar etmek,arkama yaslayıp olgunluğumu...Düşlerimi, düşüşlerimi, yaralarımı, kapanmak bilmeyen bir türlü ,hep aynı yerden kanayan...Hep aynı yerden acıyan.Orhan Veli`nin şiirlerinde sıkça bahsettiği o yere gitmek istiyorum.Günü görmek.'Gün olur başıma kadar mavi gün olur deli gibi'Hele martılar, hele martılar, Her bir tüylerinde ayrı telaş!...'
İnsan kendine sığınmalıymış her an her dakika.Kendine sahip olduğunu bilmeliymiş,kendi değerini kendi verebilmeliymiş.Şimdi biliyorum hepsini o gün de biliyordum ama insan bazen farkındalığını yitiriyor.Ne yazık!Bİr yolun olsun uğrunda yürüdüğün,hiçe saydığın birçok şeyi ve ceplerinde dursun şimdi iyi kilerin keşkelerin yerini dolduran...Isıt yüreğini ,üstünü ört şefkatinle.Sahip çık hayallerine ,hakettiğini yaşat kendine.Hakettiğin yerde dur.Kurduğun hayallerin yerini başka hayaller alsın.İnancın içinde büyüsün,ellerinde dağılmasın.Cesur ol.Korkma.Nerede yanılttın kendini,nerede yanılan oldun sen ?Tüketme kendini.Sendeki gizli hazineyi.Israrcı ol.Delice iste.Ömrünü ada.Bir şeyler kat kendinden.Öyle ısrarla öyle sabır ve tevekkülle istemelisin ki erdiğinde vuslata ,oldurduğunda hayal olanı çok daha anlamlı olmalı.Başka manalara bürünmeli o gün,bugün hayal dediğin...Öyle çok bekledim ki ben.Bazı zamanlar ne için beklediğimi bile unuttum.Sadece bekledim.Bir teslimiyet hakimdi ruhuma.Halbuki ihtiyacım olan teslimiyette ziyade bir adanmışlık haliydi.Bir hayale ,bir insana hepsinden öte kendime.Oysa olamadım ben,duramadım da durmam gereken yerde.Hiç ait hissedemedim kendimine bir bedene ne de bir hayale...Şimdi farkındalık yetimi yeniden kazanmış gibi sıralıyorum ben de eksik olan şeyleri...Eksiklikten ziyade bir alışkanlık hali.Kurtulamadım şu kelimeden.Nasıl yer etti hayatımda.Başta tatlı gelir.Acıyı uyutursun ,hayal kırıklığını ,pişmanlığı ertelediklerini yeniden ertelersin.Yüzleşme cesaretin kırılmıştır bir kere.Hoş artık yüzleşecek kıvama geldiğinde pek de ehemmiyeti kalmamıştır.Bilirsin çünkü sessiz bir kabulleniştir bu.Yeniden başlamak gerekir bazen ve bazen yeniden yeniden.Şimdi dilim varmıyor yeniden 'yeniden yeniden başlasam'demeye.Ertesini biliyorum, dünü görüyorum ,bugünü yaşayamıyorum.Bugün hep kayıp.Yaşanmadan ,yaşanamadan tükenmiş.Çünkü hiçbir şeye adayamyorum ömrümüBir şeye adanmadan ,anlamlı bir savaşın mücadelesini vermeden yaşamak yoktan yere yaşamaktır.Oysa otuz beş yaşındayım diyordu yusuf.Otuz beş yaşındayım hiçbir şey yaşamadım ki ortasında olayım hayatın ama kenarındayım o kesin.Yirmisindeyim ömrümün.Kenarında kıyısında ortasında mıyım bilmiyorum.Ama öyle çok yaşamış öyle çok yaşamış hissediyorum ki hiçbir şey yaşamamışken...Bezginlikten kırgınlığa kırgınlıktan pişmanlığa uzanıyor ellerim.Oysa bu yazdıklarımın altında sadecekurtulma çabası yatıyor.Beynimin içinde dolaşıp duran birbiriyle çatışan,savaşan,çelişen bir o kadar da zıt ,bir o kadar ahenkli düşünce hayat buluyor kalemimle.Bugün kaçtığım ,yüzleşmekten korktuğum herşeyin sonuna geldiğimi hissediyorum.Bir karşılaşma anıdır bu kendimle.Bak yeniden akmaya başladı bile zaman ellerimde.Bazen bir şeyler olur.Birdenbire aniden olur işte.Ya da öyle olduğunu zannederiz.Birdenbire değiştim,birdenbire suskunlaştım,birdenbire alıştım,birdenbire yaşlandım!Oysa öyle sinsidir ki zamanın elleri birdenbire sanarız.Birdenbire yazmadım bu yazıyı!Birdenbire birikemezdi zaten bunca şey.Hayatımın kayıp olan son üç yılını ararken bunları yazarken buldum kendimi.Kayıp diyorum çünkü yaşayamıyorum.Yirmili yaşlarımın olgunluğu oturmak üzereyken üstüme ben on yedi yaşımın cahilliğini arıyorum.Uçlarında gezinemiyorum ,doludizgin yaşayamıyorum.Parmak uçlarında yürümeye benziyor bu,emanet bir hayatı yaşamak gibi kendine.Şimdi gösterdiğim yüzleşme cesareti kendime doğru attığım bir adım mı bilmiyorum.Öyle olmasını diliyorum lakin,bütün kalbimle.

2 Mayıs 2011 Pazartesi

Yaşıyoruz

Yüzümde bezgin bir ifade içimde durdun bir telaş...Evin her bir odasını ayrı ayrı arşınlıyor adımlarım...Aradığım bulamadığım ne bilmiyorum sadece arıyorum...
...
Darmadağın düşüncelerim parça parça kopuk kopuk...Birleştirmeye çalışıyorum beceremiyorum...
...
Sığamıyorum eve ,duvarlar içimde çoğalıyor.Balkona çıkıyorum tiril tiril bir bluzla...İçime çekiyorum yağmuru toprağı...Bedenim soğuyor.İçimi üşütmekten vazgeçiyorum.Rüzgar yeniden çarpıyor yüzüme.Dağılıveriyor zihnimdekiler kum gibi...Şimdi manasızlıklarını da düşünmüyorum.Üşüyorum...
...
Bulutlara değiyor gözüm.Umarsız zamanlarım geliyor aklıma...Evin önündeki boş tarlaya bakıyorum bomboş gözlerle.Ekinlerin arasında kaybolan küçük kız çıocuğuna takılıyor gözlerim...Toprağa yaslamış başını gülen gözlerle seyreyliyor göğün mavisini.Telaşsız ,dindin ,duru...İşi gücü benim boş gözlerle baktığım bulutlara kılıf uydurmak...
...
Mutluluk bana bu kadar mı ırak diyorum bu kadar mı yabancıyız birbirimize...Halbuki çok uzun zaman geçmemişti.Kendimi ayrı düşünemediğim bu ev ,dün...Bahçe kapısına meyve bıçağıyla kazıdığım ismim...
...
Ne tuhaf diyorum şimdi ne tuhaf...Ben hiç bugünü yaşayamadım.Çocukken hep şu günümü diledim.Şimdi geçmişi özlüyorum.Oysa dün de bugündü o zaman...

Sıradan Bir Gün Bir Şarkı ve Hayatımız


Önce yağmur camlara vurmaya başlıyor, sonra Pinhani’nin şarkısı...

“Yol kenarında oynayan çocuklar gibi

Topum kaçtı bugün yola

Evin önünde sulanmayan çiçekler gibi

Başım düştü saksıya”

Kendi kendime gülümsüyorum.

Bu grubun müzikleri ilkokul şarkıları gibi.

Ama dinledikçe en olgun olduğunu sandığı taraflarındaki yaralardan vuruyor insanı...

Nakarat kısmında şarkıya eşlik etmek istiyorum:

“İstanbul’da kimim var, kimin için bu toz duman.”

Oysa...

Her şeyim İstanbul’da.

Sevdiğim, sevdiklerim, işim gücüm, sevinçlerim, öfkelerim, ayak bağlarım, ipimi koparıp uçmalarım...

Hepsi İstanbul’da, hepsi İstanbul sayesinde.

Yine de şarkı beni ağır ağır evden çıktığım gibi uzaklara gitmeye kışkırtıyor.

Gözümün önünden artık yazdan kalmış çer çöpü hâlâ kaldırılmamış sahil tesisleri, kamyoncu lokantaları, tenha benzin istasyonları geçiyor.

Yağmurun şiddeti artıyor. Balkona kocaman bir damla düşüyor. Kısacık, göz kırpması kadar kısacık bir anda çarpıp sıçrıyor ve tekrar düştüğü yerde suya karışıyor.

Tam o sırada şarkı da bitiveriyor.

Beni sarsan, sarsıp kendime getiren sözlerle bitiyor.

“Yere düşünce kırılmayan bir oyuncak gibi

Alıştım ben yuvarlanmaya.”





Yetişkinlik, adamakıllı yetişkinlik dediğimiz şey bu mu?

Yere düşünce kırılmayan bir oyuncak gibi yuvarlanıp gitmeye alışmak...

Peki kimin oyuncağıyız biz?

Kim oynuyor bizimle?

Ne Tanrı ne de büyük harfle HAYAT bizden bunu istiyor olabilir!

Bilgi varken bilmeyi umursamadan yaşayıp gitmemizi...

Duygularımızı bastıra bastıra yaşayıp gitmemizi...

Hem hayal kurmayı öğrenip hem de onları bozuk para gibi harcayıp savurmamızı...

Güzellik orada öyle bizi beklerken, değil yanıbaşına varmak, çoğu zaman bakmaya bile utanıyor olmamızı...

Bilgelik mümkünse eğer, paçavra değerler uğruna ondan yüz çevirmemizi...

Tanrı...

Bu harala güreleyi...

Bu küçücük hesaplar ve hesaplaşmalarla; SON’dan habersiz, kibirlenmeler ve ezikliklerle gelip geçen ömrü...

Tükete tükete tükeniyor olmamızı...

Onaylıyor olamaz.




Hayır! Özgürlükten söz etmiyorum.

Modern insanın özgürlük takıntısını biliyorum. Ama kastettiğim o değil.

Yaşantımızı bütünüyle özgürce kurmak değil sözünü ettiğim.

O aldanış zaten!

Hatta Batı kültürüne özgü bir gevezelik!

Oysa Doğu bilir bunu.

Hani adamın biri bilgeye sormuş.

“Hayatta özgürlük var mıdır?”

“Elbette” demiş bilge kişi; “kaç bacağın var senin?”

Adam şaşırmış sonra kendine bakıp “iki, efendim” demiş.

“Pekâlâ, tek bacağının üzerinde durabilir misin?”

“Tabii efendim.”

“O halde dene bakalım. Hangi bacağının üzerinde duracağına sen karar ver.”

Adam düşünmüş biraz, sonra sol bacağını kaldırmış ve bütün ağırlığını sağ bacağına vermiş.

“Tamam” demiş bilge kişi, “şimdi ötekini de kaldır.”

“Nasıl? Bu imkânsız!”

“Gördün mü” demiş bilge kişi; “özgürlük budur. Sadece ilk kararı almakta özgürsün. Sonrasında düşersin.”




Hayır, sorun hayatımızı istediğimiz gibi kuramıyor olmamızda değil.

Sorun, yeterince özgür olamayışımızda değil...

Sorun, hayattan ev, araba, para şan, şöhret ve benzerleri dışında bir şey istemez oluşumuzda...

Sorun, yuvarlanıp gitmeye alışmamızda...




Yağmur dindi.

İçimden sayıklamalarım da bitti.

İnanmayacaksınız ama CD’çalarda Pinhani’nin bir başka şarkısı dönmeye başlıyor bu kez:

“Bir sonbahar kadar yalnız, bir kış kadar savunmasız

Ya da bir ilkbaharsan, yolun başındaysan,

Asla vazgeçme, kalkıp da pencerenden bir bak

Güneş açmış mı, yağmur düşmüş mü

Dön bak dünyaya”

Ben yolun ortasını geçmişim çoktan...

Yine de hafif peltek, bezgin ve çocuksu şarkıcının önerisine kulak vermek geliyor içimden.

Okunmayı bekleyen kitaplar var sehpanın üstünde.

Ama dışardaki yağmur sonrası ışık da öyle güzel ki!

Boşalmış zeytinyağı şişelerinin tatlı sarısı...

Bu ışığın altında biraz dolaşmalı!


Haşmet Babaoğlu